31 Aralık 2010 Cuma

Kaplan yılı




Hediyelerimiz hazır..
1-2 tanesi dışında hepsi özenle ve sevgiyle gece köründe paketlendi..
Bu akşama sahiplerine ulaşmak üzere bekliyorlar..
Geçen sene havamda değildim..uğraşmamıştım pek..kıyrıtık şeylerle geçiştirmiştim..
Bu sene özendim..
Hem artık az paraya iyi hediye yapabiliyorum..uzman oldum ;)

***

Akşama ananelerde yemek..
Doruk-Bilge-Ekin..ve biz..ve anane-dede..
Yemek sonrası eve dönüş..Yolda sıpa uyku alemine göçer sanıyorum..
12 ye doğru tüm hamile ve yeni doğurmuş arkadaşlar bize gelecek..
İçebilenlere şampanya..içemeyen garibanlara Uludağ gazoz..
Yok yok, bi bardak içeriz be, o da gazoz sayılır mübarek :)
Panettone, cips, kuruyemiş, ohh büyüsün totolarrr..
Odunumuz da yok yaa, şöminenin boynu bükük kalacak :(
Monopoly, tabu, sessiz film..
Kuvvetle muhtemel Victoria's Secret şovu..
Dedim ya karılar ya hamile ya yeni doğurmuş ;)

***
2010 benim senemdi..
Kaplan yılı..
Ben hem aslanım..hem kaplan..
Biraz saldırganım..vahşiyim..öyleymişim yani..
Tevekkeli değil, İzmir' deki iş yerimde takma adım "Artiglio" (pençe) idi..
Kaplan yılı güzel geçti..
Hele yaza doğru pek bi güzelleşti..
Doğum sonrası kendime geldiğim bir dönemdi..
Yüzmeye döndüm..boğazları geçtim...gurur ve sevinç yaşadım..
Hemde bir tanesinde karnımda bir canlı ile geçmişim haberim yok :)
Evet evet..beraber yüzmüşüz 2. toti ile..
Bana güç vermiş azgın dalgalara karşı boğuşurken..
6 km. boyunca anasına destek olmuş..kuvvet vermiş..
2010 bana çok güzel bir sürpriz yaptı..
Umarım kendisi 2011 de sağlıkla katılır aramıza..
Büyüyünce beraber Manş' ı geçeriz birlikte kimbilir..?

***
2011 için siparişlerim:

Güzel bir doğum, sağlıklı bir mini Toti, kendime aklı selim, sakin bir lohusalık, Arda Toti' sine güzel ve eğlenceli bir kreş başlangıcı, baba Toti' ye kovaladığı işlerde bol şans ve başarı..tabii akabinde ailemize gani gani mangır :) ve herkese, hepinize bol sağlık, vatana millete huzur, refah ve arınma, tüm dünyaya barış ve silahsızlanma....arkası uzun..genel olarak bu minvalde işte..

Hadi bakalım..Ho Ho Hooooo! :)

30 Aralık 2010 Perşembe

Ayrıntı..

Geçen cuma günü (14.12) ayrıntılı ultrason için Arda' yı doğurtan eski Dr. umuz Prof. Dr. Özgür Deren' e gittik. Şimdiki Dr. umuz Aslı Hanım ayrıntılı için Ankara' nın klasikleşmiş 2-3 ismini önermiş sonrada Arda' nınkini kimin yaptığını sormuştu, yanıtımız üzerine yine kendisine gidebileceğimizi söylemişti, bizim de tercihimiz zaten bu yönde olacaktı..

Bu ayrıntılı ultrason (A.U diye analım artık) başlı başına ayrı bir sektör sanki. 20-22. haftalarda istenen bu tarama için belli başlı bir kaç isim var, bütün kadın doğumcular hastalarını onlara yönlendiriyor. En azından Ankara-İstanbul için böyle. Normal takibi hastane vaya muayenehanede rutin olarak bir Dr. tarafından yapılan gebe, haftası gelince kendi Dr. unun önerdiği dışarıdaki uzmana gidiyor, böylece belkide daha "ileri" bir ultrason cihazı ile "başka bir göz" daha görmüş oluyor bebeği..Amaç anomali riskini en aza indirgemek..Bu işlemin bedeli çok da ucuz değil, 400-600 TL. civarında değişiyor Ankara' da, İstanbul' u bilemiyorum, eminim daha tuzludur...

Ankara' da bu A.U. için önerilen isimlerin uzmanlık alanları da farklı, kimisi kadın doğumcu, kimisi radyolog, kimisi nükleer tıpçı. Kimisinin muayenesi dillere destan; 40 dakika sürüyormuş, yanağındaki beni bile görüyormuş, annesine benzeyecek demiş, hakikaten bebek hık demiş anasının burnundan düşmüş filan..Kimisinin de illaki şöhretini gölgeleyecek hataları var dilden dile dolaşan; efendim bu kadar uzman ve meşhur bir Dr. nasıl da damak yarığını farkedemedi yada koskoca filanca yemek borusu anomalisini atladı vs..

Arda' nın zamanında, tam da 20. haftamda karar vermiştim Ö. Deren' e gitmeye. Bir önceki Dr. uma veda etmiş, Hacettepe' de kendisinin rutin takibine girmeye karar vermiştim. İlk görüşmemizdi, kısa bir girizgahtan sonra neden Dr. değiştirdiğimi filan anlatmıştım sonrada muayeneye almıştı beni. Asistanlar bir takım ölçümler yapmış sonrada kendisi gelip üzerinden geçmişti tüm verilerin. Muayene bitip de tekrar konuşma faslı başladığında şöyle bir diyalog geçmişti aramızda:

"Şeeyy, pardon, benim tam da A.U. zamanım sanırım, beni kime yollayacaksınız??"

"E yaptıkya işte A.U. içerde!"

"Yaa? Ama ben hep duyuyorum 40 dakika filan sürüyormuş..yani..öhhöm..." (hem biraz mahçup, hemde hafif hayal kırıklığı ile..Çünkü hep duyoyordum, tepeden tırnağa incelenen bebeği, orası burası hakkında detay, milletin ellerinde 3 boyutlu fotolar..)

Kendisi bana; bu A.U. işinin ne kadar abartıldığını, bakılması gereken asıl önemli 8 nokta (hatırladığım bu, yanlış olmasın) olduğunu, onların detaylı şekilde ölçülmesi gerektiğini, geri kalanın fasa fiso olduğunu, bebeğin kime benzediği veya burnunun hokka gibi olup olmadığının işin magazinsel boyutu olduğunu, kendisine Anadolu' nun her yerinden sırf bu A.U. için bir dolu hasta geldiğini, tabii ki dışarı hasta yollamadığını çok daha detaylı ve teknik olarak anlatmıştı. Zaten sonradan anlamıştık kendisinin riskli gebeliklerde ve ileri düzey ultrasonografide uzman olduğunu..

Gelelim geçen cumaya. Özgür Deren' in Hacettepe' deki yaklaşımı ile özeldeki yaklaşımın farkını merak ediyordum en çok. Acaba kendisi de özel muayenehanede "40 dakikacı" ve "magazinsel bilgici" olmuşmuydu? Bu hamilelikte kendisine gitmediğimiz için bizi nasıl karşılayacaktı vs....

Ultrason kısmı toplam 15 dakika kadar sürdü sanırım. Meşhuur 40 dakikacı M.S. kadar olamamış yani :))

Tüm taramaları naklen aktardı bize, "Şimdi mesaneye bakıyoruz, şimdi böbreklere, hmm gayet iyi, bilmem kaç santim, haftasıyla uyumlu" gibi hep içimizi ferahlatacak şekilde konuştu bizimle, ölçümleri yaptı, asistanı not aldı. Sonra başa dönüp hepsini tekrar taradı ve asistanla kontrol ettiler. En son bir kaç pozu da 3 boyutta gösterdi, tüm magazin buydu. Gayet yeterliydi bence. Zaten karnıma 40 dakika ultrason tutulup da içerdekinin o kadar zaman ses dalgasına maruz kalmasını ben şahsen hiç istemezdim..

Sonucumuz iyi çıktı, yani herhangi riskli bir durum görmedi, zaten bu A.U. nun normalde yüzde 1 lerde dolaşan riskleri binde 1 lere indirdiğini söyledi..Hiç bir tarama zaten riski sıfıra indirmiyor..

Biz Arda' nın takibi ve doğumunda ve bu seferki A.U. deneyimizde de kendisinden çok memnun kaldık. Mesleki bilgisine ve birikimine güvendiğimiz, gayet keyifli ve güleryüzlü bir Dr. kendisi..Herşeyden önce çok sakin ve hamileliği bir hastalık gibi algılamayan doktorlardan birisi..Yüzmeye devam etmem için yine gaz verdi bana :)

Doktor seçimimizi anlattığım "kadın kasap" yazımda anlattığım gibi şartlar uygun olsa idi, hiç düşünmez tüm takibi yine kendisi ile yapardım..

Sadece A.U. taraması için veya düzenli takip için Dr. arayanlara tavsiye olunur..Ulaşmak için ismini Googlelamak kafidir :)



27 Aralık 2010 Pazartesi

O biiiiiir....

Kııııızzzzz!!!! :)



...


Bu da abisi ;)

26 Aralık 2010 Pazar

Gebeş Ana Toti..biraz değişik..hepsi bu..

Şu günlerde, gözlerimin ota boka dolmaya başlamasıyla ve turşu yemek için yanıp tutuşmamla hamile olduğumu idrak etmeye başladım..Nihayet!
İlk aylardaki şaşkınlık yerini yavaş yavaş garip bir vurdumduymazlığa bırakmıştı ama son bir iki haftadır hem amniyosentezin etkisiyle hemde -sanırım- hormonal dalgalanmalar nedeniyle çok daha anaç bir havaya büründüm..Ofisteki muhasebecimiz bile "Sen son zamanlarda bayağı bir yumuşadın, tatlılaştın, yaradı bu hamilelik sana" dedi..Kendisi beni biraz sert ve cadoloz bulduğunu daha önceden belirtmişti :)
Neyse, hazır idrak etmeye başlamışken biraz hamilelik notu alayım..
Arda 1 yaşındayken yazmaya başladığım için, onun hamilelik dönemi yok burda, hem o dönemi anayım hemde çok farklı giden 2 hamileliği kıyaslayayım..

En başından başlarsak;

Arda' yı biz çağırmıştık, zemini hazırlamıştık :) Evleneli 1 yıl olmuştu ve bende yaş itibarı ile pek de çıtır sayılmazdım, o yüzden daha fazla beklemenin gereksiz olduğunu düşünüyordum. Ancak daha sadece düşünme aşamasındayken, yumurtalıklarımda kistler (meşhuur çikolata kistlerinden) olduğunu öğrendik ve araya bir ameliyat sıkıştı, sonrasında toparlamam, o zamanki işimle ilgili sıkıntılarım filan derken bir müddet daha erteledik ve işimi bıraktığım ay, harika bir datça tatili sonrasında haberi aldık.
2 no. kendi kendine gelmeye karar vermiş..kapı bile tıklatmadan.. :) Daha yeni kendime gelmiştim, emzirmeyi bırakalı daha 3-4 ay olmuştu, yüzmeye dönmüş, boğazları geçmiş, egom pek bi güzel okşanmaya başlamıştı..Arda ile daha bağımsızdık, sabahları antremana gidebiliyordum yada bazen geceleri babasına bırakıp dışarı çıkabiliyordum..Ne bileyim keyfim pek yerinde idi, kısaca daha hazır değildim..Belki de bu yüzden kabullenmem biraz zaman aldı..(Not: Bir daha asla kimsenin "kaza" sı ile dala geçmeyeceğim, gerekirse Bart gibi tahtaya 50 kez yazabilirim bunu..)


İlk hamilelik evde geçmişti. İşimi henüz bırakmıştım ve yeni bir işe girmek için çok geçti. Dolayısı ile çok ama çok rahattım, vaktim boldu, ev işleri dışında başka bir sorumluluğum yoktu. İhtiyaç duyduğumda vurup kafayı uyuyordum, yüzüyordum, yoga yapıyordum, okuyordum, bildiğin prenses gibi takılıp gidiyordum.
Bu sefer çalışıyorum ve Arda faktörü var..Vakit az, iş çok, kanepede siftinecek zaman bile yok, prensesden ziyade emekçi kıvamında geçiyor günler. Hele ilk 3 ay fenaydı. Öyle yorgun, öyle uykusuzdum ki, Arda' yı uyuturken yanında sızmadığım gün yok gibiydi, hatta bazen onun uyku vakti daha gelmeden ben salonda bi köşede kıvrılıp sızıyordum..taa ki gelip beni dürtene kadar :)


Ruh halim bambaşka...İlkinde, herhalde her ilk hamileliğini yaşayan kadın gibi, mutluluk, merak, keşfetme arzusu, sabırsızlık, bilinmezin verdiği heyecan ve şüphe ile karışık hezeyanlar yaşıyor, bedenimdeki mucizeye kafa takık dolanıyordum. Haftalarımı çok iyi takip ediyor, ufak not defterime notlar alıyor, her hafta kilomu ölçüp yazıyordum. Gebelik.org başta olmak üzere interneti didik didik ediyordum..In the womb ve Story of a Journey belgeselleri gözyaşları pıtır pıtır akarak 2 şer kez seyredilmişti..
Bu sefer.. Hezeyanlar farklı..belki beklenmedik bir anda gelmesi, belki herşeyi tecrübe etmiş olmam, belki 2 çocukla nasıl kıvırırım endişesi, belki ilk seferinde zor geçen lohusalığın gözümü korkutması..yada hepsi birden...Ne haftamı takip ettim, ne kilomu..İnternette gebelikle ilgili hiç bir siteye giresim yok..Çok kayıtsızdım çok..ama dedim ya değişiyorum bu ara, artık haftamı biliyorum :) Yine de aklımdaki ilk şey "aman allahım ne acayip bir mucize bu" değil..Arda' nın nasıl kreşe başlayacağı, maddi olarak hem kreş hem Fatoş'u nasıl idare edeceğimiz, evde yeni bir bireye nasıl yer açacağımız vs..

İlk 3 ay: Şanslıyım, her iki gebeşliğim de rahat geçti. Mide bulantısı, kusma olmadı ikisinde de.. bu sefer belki birazcık daha hassastı midem, boş kalmaya gelemiyordu ama allahtan hiç klozetle sarmaş dolaş olmadık :)
Bu sefer iştahım daha azdı, zaten Toti' nin peşinde koşturmaktan (Memo' nun bel rahatsızlığı da tam bu döneme denk geldi) ve akşamları hemen uyuyakalmaktan abur cubur yemeye fırsatım olmadı, ilk 3 ay hiç kilo almamışım. Bu ara yalnız fena iştahlandım..Zaten diğerinden miras 6 kilo fazla ile başlamış olarak, bu sefer doğumhaneye 90 kilo ile filan mı giderim orası şüpheli!
.
.

Her çocuk nasıl farklıysa her gebelik de farklı, hem fiziksel, hem ruhsal..Şartlar değişiyor, kafa değişiyor, farklı noktalara takılıyor insan..tek değişmeyen şey sağlıklı bebek dileği..Amniyosentez sırasında daha iyi anladım bunu...Ayrıca insan etrafına biraz daha dikkatli bakınca ne saçma şeylere takıldığını farkediyor.. Yeri gelmişken..Biz bugün
Sarp' ın kermesine gideceğiz, çok kalabalık olur da Arda ile giremezsek bile kapıdan birer bilet alacağız..Sarp ve ailesine yardım için siz de gelin olur mu??

20 Aralık 2010 Pazartesi

2.5 yaş notları



Arda Toti' si 15 Aralık itibarı ile tamı tamına 2,5 yaşında bir velet oldu.
Düşe kalka büyüyor işte, biz de aynen düşe kalka öğreniyoruz onunla.
Kimi zaman büyüme sancılarını iyi idare ediyor, kimi zaman fena zorlanıyor ve akabinde krizler patlak veriyor. Biz de kimi zaman o krizleri iyi idare ediyoruz, kimi zaman fena çuvallıyoruz. Dellendiği zaman uzun sürmüyor, aniden duruluyor, daha gözyaşları yanaklardan taze taze akarken gülümsemeye başlıyor, uzlaşmaya çabalıyor. Bu ani değişime hem hayret ediyorum, hem de pek seviniyorum. Şu dikkati başka yöne çekme işi bazen söküyor, bazen bana mısın demiyor ama dedim ya çok uzatmıyor, en azından bu aralar böyle yani..
Bir gün diyorum ki "Arda nispeten sakin bir çocuk, bu 2 yaş dönemi çok zorlamaz bizi", diğer gün her zamanki gibi tükürdüğümü yalayıp, hay senin çenene diyorum. En çok hafta sonlarımız bu şekilde geçiyor, normal olarak, çünkü ailecek tam gün mesai yaptığımız tek zaman hafta sonu. Bazı C.tesi daha sabahından civelek bir şekilde başlıyor, başladığı gibi de gidiyor pazar geceye kadar. "İşte budur"! diyorum, kimi hafta sonu ise aynen başından kıçına berbat geçebiliyor..O zaman P.tesi sabah işe dar atıyorum kendimi.
Bu çalkantılı ruh halleri haricinde ufak tefek notlar alayım:

14 Aralık' ta Dr. kontrolü vardı. Acayip güzel muayene oldu, sırtı dinlenirken nefes alıp vermesi, daha Emel hanım ışıklı zımbırtıyı eline aldığı an kulaklarını uzatması filan çok alemdi. Emel Hanım şaştı kaldı. Bunda sürekli okuduğumuz "Doktorda" kitabının faydası var diye düşünüyorum. Hepatit aşısında da sadece bir "Gııyk" sesi çıktı o kadar. Çok akıllı usluydu yani öyle böyle değil :)

Boy: 93 cm, kilo 13.850 olarak ölçüldü. Persantilleri bilmiyorum, aklıma bile gelmedi sormak.

Yemek seçmeye devam..Çok daha ufakken hiç bir şeyi ayırt etmeden yutan, minicikken pütürlü herşeyi götüren bir çocuk için daha önceden pek öngöremediğim bir durum. Tadı, görüntüsü değişik hiç bir şeyi kabul etmiyor, hemen ağzından atıyor. Sebzeler halen çorba olarak sunuluyor ve bebek gibi kaşıkla başkası beslesin istiyor (kıl oluyorum) ama sevdiği şeylerde (sarımsaklı yoğurtlu mantı başta olmak üzere) çatalına kaşığına müdahale edersen vay haline..

Bir çocuk cerrahı arkadaşımız var, onun "evde ne pişerse önüne koyun, yemezse sen bilirsin başka bir şey yok diyerek sofradan kaldırın ve aç aç yatırın" tavsiyesi Emel Hanıma bu yaş için biraz katı geldi; "3 yaştan sonra daha pazarlığa açık oluyorlar, evde bu var, başka birşey pişiremem, istersen miktarını kendin belirleyebilirsin, hadi kendin al istediğin kadar tabağına vs..gibi... Şu anda inatlaşma yeme eyleminden iyice soğutabilir" dedi. Yine de evde pişenlerden muhakkak önüne koyulmalı, ona ayrı bir tabak olsa bile (mesela biz kapuska yerken önünde makarna olabiliyor) muhakkak yanında bizim yediklerinizden de konmalı, yemese bile görmeli falan filan...Zaten öyle yapıyoruz..genellikle..

Konuşma komik bir şekilde ilerliyor. Bu aralar "aaah olamaaaz" a taktı. "Aah olamaz, baba kule düştü!", "Aah olamaz, emmek bittit!"
Sorular çoğalmaya başladı: "Anne, leden kar laalö?", "Baba, leden duman çık?", "Futoş, leden alakabı giy?"
"V" ve "N" yerine hep "L" koyuyor: "Elet", "Mali", "Kület" , "Leden?" "Lapoosun?" vs...
Geçen gün 5 kelimeli bir cümle kurdu: "Anne, leden kırsımı balon pat??"
Herşeye muhakkak teşekkür eder oldu: "Teşekkini babası!"
Bir de uyduruk kelimeler var ki en sevdiklerim:
Abuli=Büyük
Pii=Küçük
Lütes=Güzel
Bu 3 uyduruk kelime bizim de dilimize pelesenk oldu..Pek sevdik kendilerini :)

6 gündür sürünen bir post oldu bu..burada lütes lütes bitsin bakalım...


13 Aralık 2010 Pazartesi

Yine..

İlk hamileliğimle ikincisini kıyaslayacağım bir yazı yazmaya hazırlanıyordum.
Biraz önce 3 lü testimin "high risk" li çıktığını öğrendim.
1/112
Amniyosentez öneririm ama sizin kararınız tabii dedi Dr.
.
.
Ilk hamileliğimde de aynı şey başıma gelmişti. İkili test 1/27.000 mi neydi sonuç, 3 lü testte 1/350 ye çıkınca risk, amniyo. istemişti o zamanki doktorum. Bu sefer de aynı..İlk test gayet iyi çıkıyor, yüzdesini hatırlamıyorum, ama 3lü de 112 de bir e çıkıyor risk. Yaş riskim 1/250 iken rakamın onun da altına düşmüş olması "high risk" kategorisine sokuyormuş...

Daha sonra duymuştum ve bazı yerlerde okumuştum; 3lü test bitiyor, Avrupa' da kalmadı bile, İstanbul' da çoğu Dr. yapmıyor filan falan..Gerçektende şu an hamile olan birkaç arkadaşımdan bazılarının Dr.ları hiç istemedi bu testi..Çok bilimsel bilmiyorum bu testler nasıl, nedir, nedendir..2li de ense kalınlığı ve kan ortak veriler veriyor ama 3lü de nelere bakılıyor, hangi veriler baz alınıyor bilmiyorum..İnternetten açıp da okuyasım da yok zaten..

İlk seferinde "risk fazla, amniyo yapalım" ı duyunca hüngür hüngür ağlamış, sonuç bekleme evresinde adeta hayata küsmüştüm. Bu sefer ağlamadım (henüz), sonuç bekleme evresi nasıl geçer bilmiyorum ama sakinim, ancak insan bir insan doğurduktan sonra işin etik kısmını daha çok düşünüyor ve o noktada kendimi korkunç hissediyorum, çıkmaz sokak, 2 ucu boklu değnek ne dersen de..Her iki seçeneği de düşününce kulaklarım uğulduyor, beynim zonkluyor...

En başa dönersek, belki de en büyük fark bu, canım o zaman ne çekiyordu, şimdi ne çekiyor diye yazmaktan daha kısa ve öz..

10 Aralık 2010 Cuma

Yoga anektodları

Banu'yla yogaya başladık biz, pre-natal yogaya, yine aynı yerde, yine Pınar Canko ile.
Arda' da testler ve haliyle amniyosentez bitince başlamıştım, aman herşeyin yolunda gittiğine emin olayım da diyerek. Ve son günüme kadar devam ettim. 40+2 bir cumartesiydi ve ben dersimi yapmıştım, aynı şevkle ve keyifle, ertesi gün 40+3 de Arda geldi zaten..
Banu' da Mira' ya hamileyken gitmişti, ama ay farkından aynı sınıfta olamamıştık..

Neyse, bu ikinci hamileliklerimizde ikimizde biraz "oralı olmadığımız" için, "Hadi" dedik, "havaya gireriz hem!" :) Şaka bir yana, acayip faydasını görmüştüm, yine göreceğimi biliyorum. Esnetmeler, gevşeme, odaklanma, egzersiz (hem de en kas ağrıtan ve ertesi gün tutulmaya sebep olanlarından) nefes teknikleri, kegeller filan..Hem kendime ayrılmış sakin saatler olarak görüyorum yoga saatlerini hem de bedenime fayda sağlayan bir aktivite olarak.

İlk yoga sınıfımdan 2 tane arkadaşım var bu arada, hala görüşüyoruz. Hatta geçen cuma hepimiz bebeleri satıp kocalarla beraber balık yemeye meyhaneye gittik, pek keyifliydi. Doğumlarımız peşpeşe olmuştu ve biz sudan çıkmış balıklar şeklinde sürekli telefonlaşıyorduk, senin ki nasıl, emme nasıl gidiyo, memeler yara oldu mu, kac saat uyuyor gibi ilk başlarda merak ettiğin ve acaba sadece bizde mi oluyor? diye sızlandığın konularda konuşup fikir alışverişi yapmak üçümüzede iyi geliyordu. Bebeler azıcık kıvama gelince görüşmelere başladık. Her cuma öğleden sonra birimizin evinde, hava güzelse parkta bahçede. O zaman akşamüstü de uyudukları için herkes bir ara evin çeşitli odalarına dağılıyor, ha gayret bebeleri uyutuyor sonrada ohhh çaylara böreklere keklere yumulup muhabbet ediyorduk. Bir nevi gün gibi, bebeler ufak olduğu için paylaşım, oyun filan hikayeydi, belki kendileri gibi ufak yaratıklar görmeleri iyi oluyordu tabii ama daha çok bize terapi gibiydi :)
Zamanla iş güç sebepleriyle bu kadar sık görüşemez olduk ama dediğim gibi yine de arada görüşüyor, konuşuyoruz. Bu arada Defne ve Irmak' ın annelerine burdan selam, kızlara da kocaman birer öpücük yollayayım ;)

Ben bu post yazma işine hep kafamda başka bir şeyler ile başlayıp, yazarken dağılıyorum..Aslında sadece ufak bir anektod anlatacaktım yahu!

Geçen gün yoga dersindeyiz, iş çıkışı saat olduğu için sayıca azız. Banu, ben ve 2 kız. Esnetmeler yapılırken biraz geyik de dönüyor. Laf emzirmeye geliyor bir şekilde, kızlar benim 22 ay emzirdiğimi Banu' nun "halen" devam ettiğini duyunca şok geçiriyorlar, inanamıyorlar, hayatta yapamayacaklarını söylüyorlar.. Emzirmenin çaba gerektiren bir şey olduğunu söylüyorum, ilk başta yılmasınlar diye, fazla da uzatmıyorum, zaten muhabbete de pek hevesli değiller..
Çıkışta Banu beni kapıda beklerken, montumu almaya gidiyorum soyunma odasına, onlar hala sınıfta konuşuyorlar, sınıfın önünden geçerken şu sözleri duyuyorum bölük pörçük: "O ne öyle canım emzik gibi? Emzik koy ağzına daha iyi..ıyyy!"
:)
Kınamıyorum, eleştirmiyorum..Ben de doğurmadan önce emzirme konusunda biraz çekimserdim, yok yani emzirmem demiyordum, kesin emzirecektim de sanki çok huylanılacak birşeymiş gibi geliyordu, ilk 3 ay gerçekten bayağı sıkıntı çekmeme (yaralar, emdi emmedi kompleksim) rağmen çok ama çok inat ettim ve 4. ayda işe başlamama rağmen sekteye uğramadan sürdü..Ne yara kaldı ne birşey..Sadece acayip bir haz ve keyif..

Onlar da kendi yollarını bulacaklar, belki inatla devam edecekler, belki uff almıyor işte napalım diyerek bırakacaklar, kendi bilecekleri iş..Ama içimden onları kendi halinde laktivist Açalya' ya workshop yapmaya göndermek geldi valla ne yalan söyleyeyim!! :)

7 Aralık 2010 Salı

Kadın kasap

Nedenini bilmiyorum, jinekoloji müessesesi ile tanıştığım günden beri hep kendime erkek jinekologlar seçmişimdir. Neden daha rahat olabiliyorum, neden daha çok güveniyorum bilmiyorum ama her zaman ya kendi seçimimle yada şartlar, kişiler yönlendirdiği için kendimi hep erkek doktorlara teslim ettim. Yanlizca bir kere, üniversitedeydik, annem arkadaşım Didem'le beni, kendisinin bir arkadaşı olan kadın bir doktora götürmüştü. Tek "bayan" doktorum o olmuştu..bir kerelik.
..
Henüz 2. ye hamile değilken, bu yaz bir düğünde Ankara' nın meşhur kadın doğumcularından biri ile tanıştım, hani şu havalı caddelerden birinde havalı muayenehanesi olanlardan. Çok samimi bir ortam, kafalar biraz iyi, muhabbet ediyoruz. İlk doğumumla ilgili konuştuk, normal doğum takıntımdan bahsettim, laf döndü dolaştı "bir daha hamile olursam" a geldi ve ben yine Ankara' da bilinen bir kadın doktorun ismini verdim. "Doğal doğuma çok önem verdiğini biliyorum, bir daha hamile olursam ona giderim herhalde" dedim. Durdu, baktı ve "Kadın doktor mu? Sen hiç kadın bir kasap gördün mü? Kadınların panik yönetimi sıfırdır, kuvveti azdır, manevra kabiliyeti düşüktür, dolayısı ile ben olsam hayatta bir kadın kadın doğumcu tercih etmezdim" dedi.
...
Derken ben hamile kaldım, kendi kendime yaptığım kan testi ile kesinleşince durum, hemen dr. arayışına girdim. İlk doğumumu yaptıran ve kendisinden çok memnun kaldığım (gerçi kendisi nereden bulduysa benim bu blogdaki doğum hikayemi okumuş ve sonunda kendisine teşekkür etmediğim için sitemli bir yorum bile bırakmıştır postun altına! İnanmayan baksın, ben dumur olmuştum) Sayın Prof. Dr. Özgür Deren' e gitmeyi çok isterdim ancak maddi olarak kendisinin muayenehane ücretini kaldıracak durumda değiliz şu ara maalesef. Hastanede takip edilmem ise söz konusu bile olamaz zira bu sefer çalışıyorum ve Hacettepe koridorlarında saatlerce bekleyecek vaktim yok ilkindeki gibi..Aynı şekilde yukarıdaki diyalogda bahsi geçen doğal doğumcu kadın dr. a da gidemiyorum..O ücret bu ücret derken, bir şekilde Güven Hastanesinde iş yerimden dolayı indirimim olduğunu öğrendik ve çocuk doktorumuz Emel Hanım' ın tavsiyesi ile Dr. Aslı Yücetürk' e gittik.
..
Hamileliğimi öğrenen yakın çevre soruyor; "Doktorun kim?" İsim veriyorum, pek tanınan bir doktor değil ya, Prof filan da değil, "Hımm" diyorlar, bilemedim gibilerinden, sonra "Ya kadın doktora gitme ya, o hastanede falanca var (falanca erkek) iyi bir doktor, ona dön sen."
Bu tavsiyeyi doktor yakınlarımdan aldım genellikle, "Bak tanıdığım iyi bir Dr. var (erkek) ona gidebilirsin, daha başındasın, değiştir istersen.." Yada hekimlikle alakası olmayan arkadaşlarım: "Ay ben hayatta gitmem kadın jinekoloğa" yada "Aman kadın jinekolog mu olurmuş, boşver erkek bir tane bulalım" Bu tavsiye ve yorumlar çoğaldıkça düşünmeye başladım, neden böyle bir önyargı var acaba? Hekim olanlar dışındakileri pek eleştiremiyorum, zira başta anlattığım gibi bende de bir erkek jine. saplantısı vardı, gerçi hiç kimseyi kadın dr.a gidiyor diye eleştirmedim yada seçiminden döndürmeye çalışmadım ama..neyse. Fakat hekim arkadaşların yorumlarını gerçekten yadırgadım, nasıl oluyorda meslektaşları hakkında böylesine bir cinsiyet ayırımcılığı yapabiliyorlar? Hele en baştaki sen hiç gördünmü kadın kasap şeklindeki yorum beni benden almıştı..
..
Velhasıl, bu tepkiler ve yorumlardan sonra henüz kararsız olan ben, önemli bir terslik olmaz ise Aslı Hanım'la devam etmeye kesinlikle karar verdim. Benim için şu anda doktorun ne cinsiyeti ne de profösörlük ünvanı önemli, sadece benimle yakından ilgilenmesi ve abuk subuk sebepler sunarak beni kesmemesi önemli. Hem yıllardır ebeler doğurtmamış mı Anadolu' da kadınları, yurtdışında hala ebeler var, çoğunluğu da kadın. Bu cinsiyet ayırımcılığı hakkında daha derin şeyler diyesim vardı ama hamile beynim işyerinin kalabalığında anca bu kadar toparlayabildi...

Sonuç, ben kendimi Aslı Hanım' a teslim ediyorum, yorumların inadına..Başka bir Dr. arayışım bitmiştir, heleki işyerimden birinin eşini bayramda normal doğurttuğunu duyduktan sonra daha bir rahatladım..."Bağyan doktorum" a, kadın kasabıma kendimce destek oluyorum bu erkek egemen, ayırımcı toplumda...

Merak ediyorum, burayı okuyanlar hangi cins DR. tercih ediyorlar ve neden?

Girl Poweeeeerrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr!!!! :-)

1 Aralık 2010 Çarşamba

Şaşanııınnn!!! (*)

İşte en sevdiğim ay geldi çattı!

Demiştim ya, pis bir özentiyim ben. Küçükken içime noel ruhu kaçmış benim, her sonbahar geldiğinde hop oturup hop kalkan, Aralık geldimi de iyice coşan bir ruh..Bu sene pek kıvamında o ruh, Kasım ayından beri dürtükleyip duruyor beni...İstiyorum ki hemen bu akşam süsleyelim ağacımızı, geçen sene yapamamıştık ağaç, Toti ağaçlara pata küte giriyor, evdekini de kucaklamak sureti ile devirir diye, yanıp sönen lambaları mıncıklar filan diye, ondan belki bu sene bu coşku hali..
Neyse işte hemen ağacı kuralım istiyorum, Tunalı' da her yer ışıl ışıl olsun istiyorum, her dükkan daha bir çok süslensin, ben o dükkanlara girip çıkıp alışveriş yapayım, bi dolu hediyecikler alayım, renk renk paketleyeyim, şimdiden ağacın altına koyayım istiyorum..Fonda bu şarkı ile..


Bir hafta sonu evde harika bir parti verelim istiyorum, Toti' yi büyüklerden birine şutlatıp, bir dolu arkadaş çağırıp geç saatlere kadar yiyelim, içelim, dans edelim istiyorum..Hatta ev yapımı glühwein hazırlayıp, evi süsleyip, her gelene küçük ve komik hediyecikler verelim, azalım, kuduralım istiyorum..



Bu ay evde mütemadiyen zencefilli tarçınlı kurabiyeler, meyveli kekler pişsin, kokuları kahve kokusuna karışsın istiyorum..



Toti yüzünden değiştirdiğimiz salonu eski haline getirelim, şöminenin önündeki kanepeyi kaldıralım, odun alalım, eski kışlarda olduğu gibi her akşam ateş yakalım, ışıkları söndürelim, elimizde şaraplarımız hipnoz olmuş gibi ateşi seyredelim, çıtır çıtır sesini dinleyelim istiyorum..


Hatta, 2007 deki gibi, 1 hafta, 10 gün...hadi 5 gün de olur, Viyana' ya yada Almanya' ya gidelim, akşamları noel pazarlarında yiyelim, içelim, sıcacık glühwein içelim, yanaklarımız al al olsun, ıvır zıvır alalım, rengarenk ışıklar içinde ruhlarımız şenlensin istiyorum..


Bir de anne yanım sevinse de bu pastırma havasına, cüce parklarda sektiği için, özenti noel ruhum pek bir bozuluyor..kar yağsın, soğuk olsun istiyor..20 derece güneşli havada noel ruhu mu olurmuş canım? Hem bu halde şömine yakarsak karşısında atlet don oturmamız gerekecek, hiç de kafamdaki resme uygun bir kılık değil! :)


Arda Toti' si karnımda 3 aylık, Viyana' da marketleri arşınlıyoruz. Hava eksi 10.

(*) Başlık: Yaşasıııınn!! Arda dilinde :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...