5 Ağustos 2013 Pazartesi

Gezi notları -1 "Burası hangi dünya?"

Önce Introyu okumak için..TIK

Gezi parkında olanlardan Blogcuanne'nin Instagramda paylaştığı bir fotoğraf ve altındaki yorumu ile haberim oldu, tarih yanılmıyorsam 28 Mayıs'tı. Küçük bir grupla başlayıp, gün geçtikçe kalabalıklaşmaya başlayan, polise kafa tutan, dozerlerin önünü kesmeye çalışan insanların haberlerini heyecanla, umutla takip etmeye başladım. Bu insanların sabah sabah daha gözünü açmadan karşılaştıkları polis şiddetini ise içimde büyüyen öfke ile. 

31 Mayıs günü Aylin'in doğumgününü evde kalabalık ailemiz ile kutlamayı planlamıştık. Gündüz izinliydim ve hazırlıklar için koşturdum, elimde telefon sürekli takipte. Bir gün önce okunan basın bildirisinde tane tane anlatılmaya çalışan sebepler yüzünden, yani haklarımıza, özgürlüklerimize müdahale edildiği için, nasıl yaşamamız gerektiği dikte ettirildiği için, yaşam alanlarımıza "ayakkabılarla", izinsiz, destursuz girildiği için, ciddiye alınmadığımız için birikiyordu insanlar orada; "Artık yeter!" demek için ve kimse hiç birşeye zarar vermiyordu. Pasif bir direniş isteniyordu ancak insanlar sürekli hırpalanıyordu.



Akşam doğumgünü başladı. Terasımızda maaile, yiyerek içerek kutladık Aylin kızın 2. yaşını. Ancak akıllar, sohbetler dönüp dolaşıp Gezi'ye geliyordu. Ellerde cep telefonları haberler takip ediliyordu. Bir ara Aylin isimli bir kızın öldüğü haberini okudum facebookda. Kahroldum. Biz Aylin'in doğumgününü kutlarken başka bir Aylin'in bu olaylarda hayatını yitirmiş olabilmesi ihtimali bile beni mahvetti. Neyseki doğru değilmiş. Akşam 10:30 gibi çoğunluk gitmişti. Aylin kız uyumuş, kalanlar ve Arda ile içeri girmiştik. Kahve içerken Arda Binnur teyzenin kucağında sırtı kaşınarak uykuya teslim olmak üzereydi. Açtık Halk TV yi. Artık herkes haber almak istiyordu. Görüntüler dehşet vericiydi, Arda'nın görmesini istemedim, baktım uyukluyor, dert etmedim. Sadece bir an kafasını kaldırıp  baktığında,gördüğü manzara karşısında "Burası hangi dünya?" diye sordu ve kafayı tekrar koyup uyuklamaya devam etti.

24:00 sularında herkes gitti, ben mutfağı toplamaya başladım. Gidip geliyorum, gözüm TV de, elim telefonda. Mehmet de aynı şekilde. Saat 01:00 de işim bittiğinde oturdum, biraz daha baktım televizyona ve ağzımdan döküldü: "Mehmet, çıkmayacak mısın?"
"Çıkıcam galiba" dedi. Sanırım yanında biri olsun istiyordu, neyle karşılaşacağını bilemiyordu.
Derken pat diye Ali'den (Memo'nun küçük kardeş) telefon geldi. "Ben Kuğulu'dayım, Kızılay'a doğru yürüyeceğiz, çok kalabalık, istersen gel."
Bunun üzerine hemen, daha sonra zenginleştireceğimiz, "direniş çantası" nı hazırladım. Limon, gözlük, havlu. (neden havlu bilmiyorum) Fularını boynuna takıp, çantayı sırta takıp gitti, kapıdan uğurlarken "Habersiz bırakmayın beni, bol foto gönderin, iletişimi kesmeyin, çok da geç kalmayın..!" diye tembihledim.


Oturdum haber beklemeye, hop oturup hop kalkmaya..Ara ara onlardan gelen mesaj ve fotolar ve tv/sosyal medyada takip ettiklerim ile çok acayip bir ruh haline büründüm. Nasıl tarif edeceğimi halen bilememekle beraber; coşku, mutluluk, heyecan, gurur, üzüntü, öfke, endişe..karmakarışık, zaman zaman kalbimi küt küt çarptıran, zaman zaman burnumu sızlatıp akabinde gözlerimi nemlendiren bir kaos diyelim..

Mehmet 04:30 civarı geldi. 05:00 gibi yatabildik..Uyumak, gözleri kapatmak ne mümkün...

2 yorum:

anne kaleminden dedi ki...

yüreğimiz ağzımızda günlerdi, tam göbeğinde olamasak da güvenli bölgelerde ucundan kıyısından bir şekilde destek vermeye çalıştık. umarım bu ülkenin sahipsiz olduğunu bu neslin duyarsız olduğunu düşünenlere bir ders olmuştur. en çok kayıp giden yıldızlara üzüldük, hala boğazım düğüm düğüm...

Itır dedi ki...

Öyle anne kaleminden, yitip gidenler, gözlerini kaybedenler, sakatlananlar..Çok üzücü, çok acı.

Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak artık. En azından hayatının, özelinin dikte ettirilmesine karşı çıkacak bir kitle var ve herkes bunun farkına vardı diye düşünüyorum.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...